29 Mayıs 2012 Salı

Olur Öyle



bazen beni düşün
bazen benim düşündüğüm kadını düşün
bazen de benim düşündüğüm kadının düşündüğü erkeği düşün

25 Mayıs 2012 Cuma

Ephemera



Bir kez olsun gözlerimden yorulmayan gözlerin
hüzünle eğiliyor artık sarkmış göz kapaklarının altında,
"Sevgimizin solmasından”

Tükeniyor olsa da sevgimiz, gel
bir kez daha duralım gölün o ıssız kıyısında
uykuya daldığında tutku; o çaresiz yorgun çocuk,
o soylu saatte beraberce...

Ne kadar uzakta görünüyor yıldızlar
ve ilk öpüşmemiz ne kadar uzak 
ve ah yüreğim ne kadar yaşlı

Dalgın gezindiler kuru yapraklar boyunca 
usulca dokunarak kadının ellerine:
“ Tutku, çok yıprattı yüreklerimizi.”
Ağaçlar çevreledi onları ve sarı yapraklar
dökülmüştü karanlığa solgun ağanlar gibi ve
o an yaşlı ve aksak bir tavşan sıçradı patikaya,
sonbahar üzerindeydi adamın: ve bir kez daha
durdular gölün o ıssız kıyısında.
Ölü yaprakları sürüklediğini görmüştü kadının,
döndüğünde;
sessizce topladığını onları,
gözleri, göğüsleri ve saçları gibi nemli.

Ah hüznü bırak
yorgunuz bizi bekleyen başka aşklar için,
sevmek ve nefret etmek için kaygısız saatler boyu
ölümsüzlük uzanır önümüzde, ruhlarımız
sevgilidirler ve bir sürekli ayrılış...


William Butler Yeats

17 Mayıs 2012 Perşembe

İmreni

   Ne kadar da çabalasam, ortak söz meclislerinde boynumu büküp asosyal damgası yemeyi kabul de etsem, ihtişamlı varlıklarına tanıklık etmekten kaçamadığım yakışıklı aktüel erkekler ve prenseslikleri gözlerimi kamaştıran kent kadınları; gerçekten büyüleyiciler! Kendilerinin metropol yaşamına yaptıkları katkı ve muazzam egemenlikleri hakkındaki ilk farkındalığım lise yıllarına kadar dayanır. Biz haftaiçleri dersten kaçıp, okulun arkasındaki çay ocağında tek sigaracı İhsan Abi'den satın aldığımız sigaraları içerken, kendileri Corner Pizza'nın en üst katında masaya koydukları Marlboro Box sigaralarını Zippo çakmaklarıya yakarak farklarını çoktan ortaya koymaya başlamışlardı bile. Haftasonları biz,kaybedenin çay bardağına doldurulmuş kıytırık kakaoları ödediği iskambil partileriyle kahve köşelerinde gençlik çürütürken, onlar babalarının şehir içinde sürmelerine izin verdiği arabalarıyla çıktıkları kızları, özenle jölelenmiş saçları pencereden giren rüzgarda bozulmadan gezdiriyorlardı. İlk kıskançlık krizlerim sanırım bu dönemde başladı.

  Daha sonra üniversiteyi kazanmanın verdiği kıvançla, tavlayacağım kızların hayalini kurarak girdiğim okul kantininde umulmadık bir deja vu ile karşılaştım. Masalarının yanından plastik bir çay bardağıyla geçerken,   okulun en güzel kadınlarını, yine liseyi dolu dolu yaşamayı başarmış bu güzel insanların yanında gördüm. Hepsinin masalarında adeta türdeş organizmalarda görülebilecek bir benzerlikle; yeni çıkmış cep telefonu, araba anahtarlığı, rayban güneş gözlüklüğü gibi aksesuarlar yanyana sıralanıyordu. Giyimlerine ve estetik görünüşlerine verdikleri önem, fitnıs salonlarında el emeği göz nuru çabalarla elde edilmiş gövdelerinin üstünde o kadar görkemli duruyordu ki, bu ortak görüntüyü belirlerken hangi erkek dergilerinden, ne çeşit bir moda anlayışından yararlandılar; onu ben bilemem! Bütün bu görsel harikayı üstlerine başlarına borçlularmış gibi bahsedip, etrafı nasıl mağrur mağrur kestiklerini söylemeden geçersem kendilerine yeterince imrenmediğim sanılabilir.

  İyi kalpli cömert babalarının üniversiteyi kazanma karşılığında verdiği sözünü yerine getirerek armağan ettiği son model arabalarından yükselen trance ritmleri ile birlikte ağır karizma haleleri etrafa dalga dalga yayılan bu örnek gençler, şüphesiz ki almıştır Kıvanç Tatlıtuğ'u etmiştir Brad Pitt'i..  Gelgelelim sanılmasın ki bunların yanında kültür-sanat-edebiyat-spor dünyasından geri kaldılar. Bahçeşehir , Kültür , Bilgi gibi sermayedar kuruluşları olduğunu bildikleri akademilere hakettiklerinden fazla önem vermeyecek kadar bilinçli olduklarından;  okullarını yerinde bir otopark alanı ve karşı cins piyasası olarak kullanır; Unifeb, Ultraslan gibi lümpen dernekleşmelerin listelerinde yer alır ve arada da spor sayfalarının yanında tv programlarının magazin saatlerine göz atmayı ihmal etmezler. En umulmadık yerlerde flört adayınızın arkadaşları olarak sizlerle tanıştırıldıklarında, rahatlıklarını ve özgüvenle belirledikleri medeniyet ölçülerini size sergilerken göz doldururlar.

  İş hayatı başladığında, naçizane savunma mekanizmasından öteye geçmediğini şimdilerde anladığım mantığımla; "Hadi lise, üniversiteyi bu ambalajı izleyerek tükettim. Onlar kadar iyi değerlendiremediğim sosyal tarafımın yerine koyduğum özgeçmişimle iyi bir kariyeri hakediyorum" diyerek diplomamı aldığımda, sürprizlerin ardı arkasının kesilmeyeceğini anladım. Mezun olup, millet iş için sıtmalı gibi tirim tirim titrerken, kahramanlarımız kendi hayatı için; "Dayımla bir konuşucam, bana BBC'de bir staj ayarlayacak" diyecek kadar statüler ve sınıflar üstü bir flaş bombasıdırlar. Bu ve buna benzer kariyer örneklerine  tanık olmuş bir kişi olarak, öyle gıyaplarında haber aldıklarım vardır ki, yakında cahil Amerikalıların; New York, Chicago, John Hopkins Universitesi gibi kürsülerinde doktoralarını vermek üzerelermiş. Hatta senatodan bir kaç kişinin bunları arayıp, Orta Doğu meselesine bir el atıp, yol yordam göstermeleri istedikleri bile rivayet olunur.

   Bu toplumsal mucizelerin birer "kadın mıknatısı" olduklarından vurduğum dem, eğer satır arası kalırsa, ne kadar üzülsem kendimi affettiremem diye korkuyorum sonradan. Bugün alemde "kadın" addettiğimiz nicelerini -üstelik parmağını bile kıpırdatmadan- ikiz yataklarından geçirdiklerini söylememe gerek yok sanırım. Tüm bunlar yetmiyor gibi bir de şiir, öykü vs gibi blog çalışmaları olup, bunları kendilerinden hayran hayran bahseden kitlelere okutma şerefinden mahrum bırakmayacak  kadar cömerttirler.

  Bir tesadüf sonucu 20-30 gün kadar içlerinden biriyle aynı evde yaşama şerefine mazhar olduğumdan biliyorum ki, odalarının kapıları gözlerim beni yanıltmadıysa; her daim kilitlidir. (Tabi amına koyim var mı öyle Clint Eastwood gibi adamın odasına zırt pırt girmek!)

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Pandora'nın Kutusu

  



   Çoğu zaman zihnimde dile dökmekte geciktiğim ve cimrilik edilmesi gerektiği düşündüğüm bastırılmış düşünceler var. Gelecekte insanlar benliklerinin gizli kapaklı taraflarını söylemekte daha refleksif davranmaya alışacaklar bence. İetişimi, karşısındakine geçilen bir iltimas olarak yaşamaktan sıkılacaklar.Ve bunu -ancak özel bir an geldiğinde ortaya koyabilecekleri bir şey olarak- bagajlarında taşımakla yetinemeyecekler. Kendi hakkındaki gizemi ve "içindeki o dış ülke"yi bir keşif alanı değil; insan olmanın bir gereği olarak algılayacaklar. Feysbukta oluşturulan özgeçmişler kadar özen gerektirmeden, doğaçlanabilir olarak anlatılacak karakterlerimiz.
  
   İnsanlar arasında duygu bozukluğunu, güvensizlik paradoksunu yaratan şey, kişinin her zaman kendine saklayacak şeyleri olduğunu hissetmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bunlar, benliklerimizi özel kılacak şeyler olarak kabul ediliyor.Böylece kendimizi başkasına aktarma konusunda bir "layık bulma" güdüsü yaratmış oluyoruz.Ama gelecekte karşısına oturmasına gönüllülük gösterdiği kişiye karşı erişilmez bir taraf yaratmanın yerini, saydamlığın alacağı bir insan geleneği herkesi saracak. Bedenleri paylaşmanın doğaçlama bir karar anına (ya da gözden geçirilmiş bir kişisel müzakereye) dayanıyor olmasına karşın, benliğe dair tüm duygular ve algılar şifreleniyor.Bu şifreler olmadan kapılar açık tutulmuyor. Oysa insan kendisinden yola çıktığı zaman görüyor ki; aptalca bir isteğini içselleştirip apaçık paylaşan birini; parmakları arasında tuttuğu bir ipi özenle germeye odaklanmış birine tercih ediyoruz,  kendimize daha yakın bulduğumuz o "kusursuzluk fetişistleri" olmuyor. Kapağı açınca ortaya saçılacağını düşündüğümüz zaaflar konusunda acı verici bir yalnızlık çekiyoruz. Ama adımları belirleyen biz değiliz yürüyüş yolunun ta kendisi. Bunun idrakından sonra; adımların ölçüsüzlüğünden ve yolun  çıkacağı yerden dolayı endişe duymakla vakit kaybetmeyeceğiz. Böylece karşımızdakiler tarafından yargılanma endişesi ve karşımızdakileri aynı sebeplerden yargılama dürtüsü ortadan kalkacak.

  Bugünkü sahte anlam bolluğu ve bu bolluktan nasibini alamamış bir insan olarak görünme kaygısıyla, aynı bolluğun yarattığı aşırı anlamsızlık arasında sıkıştık. Bu yüzden başvurulan "kendini gizleme" alışkanlığı,  nereye saklandığı unutulan soyutlanmış benlikler yaratarak hayatı yeterince sıkıcılaştırdı.

 “Günün birinde kusursuz bir zar atma tekniği geliştirip, istediğiniz sayıları atabilirsiniz ancak rastlantıya bir son veremezsiniz.”  Mallarme