16 Nisan 2013 Salı

Özgürlük Yolları

   Son basamaktan bir öncekinde durdun şimdi, dizlerini dikkatle büktün ve ayaklarını birleştirerek sıçramaya hazırlandın karşı kaldırıma... Sonra gururla karşı kaldırıma bakacaksın biliyorum. Ve gülümsemeden, başının üstünden geçen treni hissetmek isteyeceksin.

    Giden, geri gelen, duran, geçen trenler. Gar boş çünkü şimdi, başının tam üstünde güneşle ve dumanla dolu kül rengi bir baloncuk, bir şarap ve pas kokusu... Ama raylar hep pırıl pırıl...

29 Mayıs 2012 Salı

Olur Öyle



bazen beni düşün
bazen benim düşündüğüm kadını düşün
bazen de benim düşündüğüm kadının düşündüğü erkeği düşün

25 Mayıs 2012 Cuma

Ephemera



Bir kez olsun gözlerimden yorulmayan gözlerin
hüzünle eğiliyor artık sarkmış göz kapaklarının altında,
"Sevgimizin solmasından”

Tükeniyor olsa da sevgimiz, gel
bir kez daha duralım gölün o ıssız kıyısında
uykuya daldığında tutku; o çaresiz yorgun çocuk,
o soylu saatte beraberce...

Ne kadar uzakta görünüyor yıldızlar
ve ilk öpüşmemiz ne kadar uzak 
ve ah yüreğim ne kadar yaşlı

Dalgın gezindiler kuru yapraklar boyunca 
usulca dokunarak kadının ellerine:
“ Tutku, çok yıprattı yüreklerimizi.”
Ağaçlar çevreledi onları ve sarı yapraklar
dökülmüştü karanlığa solgun ağanlar gibi ve
o an yaşlı ve aksak bir tavşan sıçradı patikaya,
sonbahar üzerindeydi adamın: ve bir kez daha
durdular gölün o ıssız kıyısında.
Ölü yaprakları sürüklediğini görmüştü kadının,
döndüğünde;
sessizce topladığını onları,
gözleri, göğüsleri ve saçları gibi nemli.

Ah hüznü bırak
yorgunuz bizi bekleyen başka aşklar için,
sevmek ve nefret etmek için kaygısız saatler boyu
ölümsüzlük uzanır önümüzde, ruhlarımız
sevgilidirler ve bir sürekli ayrılış...


William Butler Yeats

17 Mayıs 2012 Perşembe

İmreni

   Ne kadar da çabalasam, ortak söz meclislerinde boynumu büküp asosyal damgası yemeyi kabul de etsem, ihtişamlı varlıklarına tanıklık etmekten kaçamadığım yakışıklı aktüel erkekler ve prenseslikleri gözlerimi kamaştıran kent kadınları; gerçekten büyüleyiciler! Kendilerinin metropol yaşamına yaptıkları katkı ve muazzam egemenlikleri hakkındaki ilk farkındalığım lise yıllarına kadar dayanır. Biz haftaiçleri dersten kaçıp, okulun arkasındaki çay ocağında tek sigaracı İhsan Abi'den satın aldığımız sigaraları içerken, kendileri Corner Pizza'nın en üst katında masaya koydukları Marlboro Box sigaralarını Zippo çakmaklarıya yakarak farklarını çoktan ortaya koymaya başlamışlardı bile. Haftasonları biz,kaybedenin çay bardağına doldurulmuş kıytırık kakaoları ödediği iskambil partileriyle kahve köşelerinde gençlik çürütürken, onlar babalarının şehir içinde sürmelerine izin verdiği arabalarıyla çıktıkları kızları, özenle jölelenmiş saçları pencereden giren rüzgarda bozulmadan gezdiriyorlardı. İlk kıskançlık krizlerim sanırım bu dönemde başladı.

  Daha sonra üniversiteyi kazanmanın verdiği kıvançla, tavlayacağım kızların hayalini kurarak girdiğim okul kantininde umulmadık bir deja vu ile karşılaştım. Masalarının yanından plastik bir çay bardağıyla geçerken,   okulun en güzel kadınlarını, yine liseyi dolu dolu yaşamayı başarmış bu güzel insanların yanında gördüm. Hepsinin masalarında adeta türdeş organizmalarda görülebilecek bir benzerlikle; yeni çıkmış cep telefonu, araba anahtarlığı, rayban güneş gözlüklüğü gibi aksesuarlar yanyana sıralanıyordu. Giyimlerine ve estetik görünüşlerine verdikleri önem, fitnıs salonlarında el emeği göz nuru çabalarla elde edilmiş gövdelerinin üstünde o kadar görkemli duruyordu ki, bu ortak görüntüyü belirlerken hangi erkek dergilerinden, ne çeşit bir moda anlayışından yararlandılar; onu ben bilemem! Bütün bu görsel harikayı üstlerine başlarına borçlularmış gibi bahsedip, etrafı nasıl mağrur mağrur kestiklerini söylemeden geçersem kendilerine yeterince imrenmediğim sanılabilir.

  İyi kalpli cömert babalarının üniversiteyi kazanma karşılığında verdiği sözünü yerine getirerek armağan ettiği son model arabalarından yükselen trance ritmleri ile birlikte ağır karizma haleleri etrafa dalga dalga yayılan bu örnek gençler, şüphesiz ki almıştır Kıvanç Tatlıtuğ'u etmiştir Brad Pitt'i..  Gelgelelim sanılmasın ki bunların yanında kültür-sanat-edebiyat-spor dünyasından geri kaldılar. Bahçeşehir , Kültür , Bilgi gibi sermayedar kuruluşları olduğunu bildikleri akademilere hakettiklerinden fazla önem vermeyecek kadar bilinçli olduklarından;  okullarını yerinde bir otopark alanı ve karşı cins piyasası olarak kullanır; Unifeb, Ultraslan gibi lümpen dernekleşmelerin listelerinde yer alır ve arada da spor sayfalarının yanında tv programlarının magazin saatlerine göz atmayı ihmal etmezler. En umulmadık yerlerde flört adayınızın arkadaşları olarak sizlerle tanıştırıldıklarında, rahatlıklarını ve özgüvenle belirledikleri medeniyet ölçülerini size sergilerken göz doldururlar.

  İş hayatı başladığında, naçizane savunma mekanizmasından öteye geçmediğini şimdilerde anladığım mantığımla; "Hadi lise, üniversiteyi bu ambalajı izleyerek tükettim. Onlar kadar iyi değerlendiremediğim sosyal tarafımın yerine koyduğum özgeçmişimle iyi bir kariyeri hakediyorum" diyerek diplomamı aldığımda, sürprizlerin ardı arkasının kesilmeyeceğini anladım. Mezun olup, millet iş için sıtmalı gibi tirim tirim titrerken, kahramanlarımız kendi hayatı için; "Dayımla bir konuşucam, bana BBC'de bir staj ayarlayacak" diyecek kadar statüler ve sınıflar üstü bir flaş bombasıdırlar. Bu ve buna benzer kariyer örneklerine  tanık olmuş bir kişi olarak, öyle gıyaplarında haber aldıklarım vardır ki, yakında cahil Amerikalıların; New York, Chicago, John Hopkins Universitesi gibi kürsülerinde doktoralarını vermek üzerelermiş. Hatta senatodan bir kaç kişinin bunları arayıp, Orta Doğu meselesine bir el atıp, yol yordam göstermeleri istedikleri bile rivayet olunur.

   Bu toplumsal mucizelerin birer "kadın mıknatısı" olduklarından vurduğum dem, eğer satır arası kalırsa, ne kadar üzülsem kendimi affettiremem diye korkuyorum sonradan. Bugün alemde "kadın" addettiğimiz nicelerini -üstelik parmağını bile kıpırdatmadan- ikiz yataklarından geçirdiklerini söylememe gerek yok sanırım. Tüm bunlar yetmiyor gibi bir de şiir, öykü vs gibi blog çalışmaları olup, bunları kendilerinden hayran hayran bahseden kitlelere okutma şerefinden mahrum bırakmayacak  kadar cömerttirler.

  Bir tesadüf sonucu 20-30 gün kadar içlerinden biriyle aynı evde yaşama şerefine mazhar olduğumdan biliyorum ki, odalarının kapıları gözlerim beni yanıltmadıysa; her daim kilitlidir. (Tabi amına koyim var mı öyle Clint Eastwood gibi adamın odasına zırt pırt girmek!)

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Pandora'nın Kutusu

  



   Çoğu zaman zihnimde dile dökmekte geciktiğim ve cimrilik edilmesi gerektiği düşündüğüm bastırılmış düşünceler var. Gelecekte insanlar benliklerinin gizli kapaklı taraflarını söylemekte daha refleksif davranmaya alışacaklar bence. İetişimi, karşısındakine geçilen bir iltimas olarak yaşamaktan sıkılacaklar.Ve bunu -ancak özel bir an geldiğinde ortaya koyabilecekleri bir şey olarak- bagajlarında taşımakla yetinemeyecekler. Kendi hakkındaki gizemi ve "içindeki o dış ülke"yi bir keşif alanı değil; insan olmanın bir gereği olarak algılayacaklar. Feysbukta oluşturulan özgeçmişler kadar özen gerektirmeden, doğaçlanabilir olarak anlatılacak karakterlerimiz.
  
   İnsanlar arasında duygu bozukluğunu, güvensizlik paradoksunu yaratan şey, kişinin her zaman kendine saklayacak şeyleri olduğunu hissetmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bunlar, benliklerimizi özel kılacak şeyler olarak kabul ediliyor.Böylece kendimizi başkasına aktarma konusunda bir "layık bulma" güdüsü yaratmış oluyoruz.Ama gelecekte karşısına oturmasına gönüllülük gösterdiği kişiye karşı erişilmez bir taraf yaratmanın yerini, saydamlığın alacağı bir insan geleneği herkesi saracak. Bedenleri paylaşmanın doğaçlama bir karar anına (ya da gözden geçirilmiş bir kişisel müzakereye) dayanıyor olmasına karşın, benliğe dair tüm duygular ve algılar şifreleniyor.Bu şifreler olmadan kapılar açık tutulmuyor. Oysa insan kendisinden yola çıktığı zaman görüyor ki; aptalca bir isteğini içselleştirip apaçık paylaşan birini; parmakları arasında tuttuğu bir ipi özenle germeye odaklanmış birine tercih ediyoruz,  kendimize daha yakın bulduğumuz o "kusursuzluk fetişistleri" olmuyor. Kapağı açınca ortaya saçılacağını düşündüğümüz zaaflar konusunda acı verici bir yalnızlık çekiyoruz. Ama adımları belirleyen biz değiliz yürüyüş yolunun ta kendisi. Bunun idrakından sonra; adımların ölçüsüzlüğünden ve yolun  çıkacağı yerden dolayı endişe duymakla vakit kaybetmeyeceğiz. Böylece karşımızdakiler tarafından yargılanma endişesi ve karşımızdakileri aynı sebeplerden yargılama dürtüsü ortadan kalkacak.

  Bugünkü sahte anlam bolluğu ve bu bolluktan nasibini alamamış bir insan olarak görünme kaygısıyla, aynı bolluğun yarattığı aşırı anlamsızlık arasında sıkıştık. Bu yüzden başvurulan "kendini gizleme" alışkanlığı,  nereye saklandığı unutulan soyutlanmış benlikler yaratarak hayatı yeterince sıkıcılaştırdı.

 “Günün birinde kusursuz bir zar atma tekniği geliştirip, istediğiniz sayıları atabilirsiniz ancak rastlantıya bir son veremezsiniz.”  Mallarme

27 Nisan 2012 Cuma

Ego




his, kös, köprülerinde, sözlerde evrim,
parasını ödeyerek yalnız kaldık,
iklim ve süklüm aykırılıklar aklımızda,
ola ola onların müsveddesi olduk.

   Çok güzel bişeydir ego...Hele ki yıllarca ona gereğinden fazla sahip olmakla utandırılıp, evcilleşmeye çalıştırıldıktan sonra... Foucault'nun molotof kokteyli gibi, cepte taşınıp sonra kendini imha etmeye açık haliyle, daha bir güzeldir...Hatta daha bir özgürleştiricidir.
    
Hiçbir argümana ve hiçbir entelektüel kişilik idealine ihtiyaç duymadan, sadece böylesi işine geldiği için egosantrizminle savaşmak aklına bile gelmese; "nasıl?" diye bile sormasan...

Ya onu zaafiyet kaynağı addetmekle de bununla yüzleşmekle de ilgili kılını bile kıpırdatman gerekmiyorsa...

Ve daha tiksindirici olan, kendini bu şekilde hissettiğin için yargılanmaya zorlandığın her bir an...  Aralarına karışmak için kullanman gereken o şifre: eğer hezeyanlarını terbiye etmede başarısızlığı kabullendiysen ; "kendinle bu haliyle barışık olduğun" konusundaki itirafını erkenden yapmalısın; bir çeşit af dileme baskısı...Bunların karşısında, biraz yalnız kalmayı göze almak dışında feragat edeceğin tek şey ne? Zaten "biraz yalnız kalmayı göze almaktan korktuğun gerçeğini" göze almak mı?

Dönüp dolaşıp yine ve yeni terminolojilerle ,hayat hakkında ufkunu genişletme hilesine başvurmayacak mısın? 

Kendinle ne zaman küsmüştün? Ve sonra "kendini affetmek" seçkinciliğini ne zaman benimsedin?

Egonu töpülediğinde daha mı az yaralanabilir olacaksın? Ve eğer öyleyse neden kendinle hesaplaşman gerekiyor; tam da o an egona itaat buyurmayı başarmanın kıvancıyla 31 çekmişken,en derinliğiyle kendini pışpışlamakla meşgulken,nasıl ondan vazgeçmiş oluyorsun.?Egonu örtbas ettiğin her an, kendini tekrar yakalayacağın anın gelmesinden korka korka, tekrar kendine dönmeyecek misin? Ufak bir acıya katlanmak ve onun üstesinden gelemeyecek olmak mı önlem alınması gereken tehlike?Pişmanlıkların sıkıntısını çekmekten korktuğun gelecekten bir gün için, bugün kendinden vereceğin ödünlerle ilgili cömertlik mi göstereceksin!

Kendine karşı anlaşılmaz olmaktan korktuğunda, kendi benliğinin üzerine titremekten daha çok vazgeçmen gerektiğini düşünüyorsun.Ben diyorum ki, başkalarıyla ilgili olan bağlar konusunda iyi yürekliliğinin hatlarını belirlerken, bunun kendinden az ya da çok vazgeçmene bağlı olduğu yanılgısına düşme! Sen de diyeceksin ki, karşımdaki aynı fedakarlıklarla yaşamayınca, yaralanıyorum.(Hepsi egodan müzdarip?)O zaman kelime dağarcığı daha az olan ,bu dünyada daha az yas tutmakla ilgili ödüllere doymasın, hem de senin kara vicdanın sayesinde.Bu ilişkisellik sonucunda, kaotik ruhu olanın kendin olduğunu ilan edip, kalbin kırılıyor diye, en çok egonu suçluyorsun .Sen onu düşman belledin.Düşman kalamayıp barıştıysan, "ölçülülük" gibi ,"ölçüsüz" bir egosantrizmin peşine düşmüş oldun.Yine başa döndün...Çeliştin,yeni kelimeler doğdu,yine olmadı...

   Bütün bu kişisel ve kalabalıksal duygular konusunda ahkamı kesen burjuva ruh doktorları, göt korkusunu içinden atamayan enteller, zeka küpü kiralık sevgililer, reiki'ci apolitik meditatifler, röntgenci am budalaları , tükürüp kaçan pasif agresifler; hep ahlaksızdırlar.Yatırımı hep kendine yapan biri nasıl egosantrik olmaktan kurtulma iddiası taşıyabilir?Ve bu kurtuluş ereği, nasıl bir ideal halinde insanlara önerilebilir.Egosantrizmin üzerine yıkılan kabahatin gerçek sebebi ahlaksızlıktır, adalet duygusunun eksikliğinden gelir.Egoyu bertaraf etmek için kullanılacak belirsiz ,oyalayıcı ve utandırıcı enerjinin ,insani özlere uygun olan kısmıyla, en adil benliği ve ilişkiselliği kurabilirsin.Can yanması ve takdir duygusu arasında sıkışıp kalmana sebep olan şey, ahlakını neyin üzerine kuracağını karıştırmaktan geliyor. Sana dayatılan kötü kokulu sindirme projesinin   adına ego dediler ve böylece iyi kalpli hırçınların ve egosu üzerine düşünecek boş vakti olmayanların önünde ahkam kesmek meşrulaştı.Ego çok güzel bi'şeydir;buradan barıştırıyorum sizi...

10 Nisan 2012 Salı

Yürümek

  Çok uzun bir yürüyüşe çıktım.Tavsiyelere uyduğumdan değil; çişli bir rehabilitasyon uygulaması olarak hiç değil; okuduğum bir şeyden etkilendim.Terlemekten ve yürümekten nefret ederim.Yine de yürümeye başladım.Aslında param yettiği sürece her yere taksiyle gitmeyi tercih ederim,kısa mesafeden hiç utanmam, 5 lira verip inerim.Ama yürüme konusunda zihnim hipnotize olsun istedim.

   Ayağıma batan hiçbir diken zorlukları aşma duygusu yaratmadı.Kuşlar ve doğa karşısında derin bir nefes alıp gökyüzünü incelemek gelmedi içimden.Bir an bile olsa yürürken düşünüp, iyi sarılmış bir sigaraya yelemedim aklımı özgürleştirmeyi, yelemem de...Çok güzel bitkiler varsa,bence en güzeli cannabislerdir.
   Belki bir gün uzun süre çimlerin üstüne basmaktan sıkılmadan durabilirim ve -oradan tiksinmeme rağmen- şehre geri dönmekten kendimi alamama dürtüsüne karşı koyabilirim. Onun dışında ne aklımı  özgürleştirebilirim ne de algılarımı değiştirebilirim. Doğaya uygun şekilde beni düzeltecek hiçbir bilgiyi benliğime katamam, doğrusu katmak da istemem. Bunun bana katacağı kibirin sorumluluğunu almak istemem. Her şeyi normal karşılama çözümü, acıları azaltmasa da çıkış yolu aramanın getirdiği paradokstan insanı kurtarıyor.

    Yürümek şu yüzden önemliydi; kötülük ve iyilik, zayıflık ve dayanıklılık, uyum ve yalnızlık;ben aradaki farkı ayırt edecek söylemlerden kaçındığım sürece birer illüzyon olarak zihnimce konrol altında tutulacaktı;sadece dilbilimsel provakasyonlar olarak kalacaktı ve bir şey ifade etmeyecekti ;ama hep ediyor...Yalnız başımayken hiç "şu dağın arkasına kadar kan ter içinde de olsa varıp bir gün batımı izlemekle" romantize olmadım.Havasız bir mağarada verdim molaları hep, o ıssızlıkta bile gelip iltifat edecek ya da iltifat beklememin ne kadar da pasaklı ve egosantrik bir davranış olduğu konusunda beni uyaracak birini bekledim içten içe.Yalnız başımayken romantize olmam ben, bu insanı üzer.
   Aslında yürürken bir "geriye dönüş" fikri hep egemen."Yürüyüp gelmiş biri" olarak dönmekten dolayı ,hiçbir eylemde bulunmadan duranlara karşı zafer kazandığını hissederek tatmin olanlar olabilir; bana bunu psikanaliz uzmanı gibi önermedikleri sürece onlara kızacak değilim.Yürürken bedenleri ve zihinleri hakkında bir sürü yalan yanlış metafor yaratıp, kendilerine iyi geldiğini söyleyebilirler ,hatta ve üstelik bunlar şaşırtıcı bir şekilde gerçekle aynı anlama da gelebilir.İtiraf etmem gerekirse, daha önceleri benim gizli hedeflerim arasında olan ve her başarısızlıkta moralimi daha da bozan bir bakış açısı oldu bu, o yüzden de şimdilerde bu anlayışı kötülemekten geri kalmaya niyetim yok.Bence insan özgüven konusunda yeterince donanımlı hissettiği bir noktadaysa, istediği her şeyi savunabilir ve kötüleyebilir.İstediği bir şeyi yoz bulur ya da yüceltebilir.Kendisine iyi gelecek olan kaynak olarak; doğuya yürüyüp meditasyonu ,batıya doğru  gidip psikanalizmi ya da kuzeye yürürse medeniyeti vs övebilir...

    Yürürken aklımda olan ve bahsetmek isteyeceğim her şey, tamamen başladığım noktaya geri döndüğümde anlam kazanacak gibi duruyor. Bütün bu işlenmemiş anlamlar, yürürkenki o yavşak yalnızlığın bitip, insanlara bu yürüyüş sayesinde kendime kattıklarımla ilgili sunacaklarım ve hiç konuşmadan sezdirebileceğim şeylerle sınırlı. Benim bilinçaltımın sınırları bunlar... Onlar gibi, ruhuna arkadaşlık etme konusunda anlayışlı, alçakgönüllüğünü derin bir kibire ve tavizsiz bir karakter gösterisine borçlu, -zorluklarla mücadele etmek şöyle dursun- en baştan belli tedbirleri alacak şekilde terbiye edilmiş birer postmodern flaş bombası olmaktansa; yine o analizciler tarafından; narsizmini ve koyacak yer bulamadığı nihilizmini eline yüzüne bulaştırmanın eşiğinde duran; "pitoresk bir piç kurusu" ilan edilmeyi tercih ederim doğrusu... Yürüyüş yolundan anladığım budur.

3 Nisan 2012 Salı

Nefrete Övgü

   Nietzsche nin tecavüzünden sonra üreyen, cebinizde tuttuğunuz ellerinizde birer bomba var tehdidiyle dolaşan kurtadamlar ve kurtkadınlar; salyalarla değil kendi kanınızla yazıcaktınız hani o soylu yaşam teorinizi...En güzel manzarayı dağlara çıkmadan yollarda arayacaktınız.Üstelik egonuz için doğaya sığınacaktınız.

   Ama en büyük ideal olarak ortaya nefreti bastırmayı koydunuz, soğukkanlılığı ve elindekiyle yetinmeyi en büyük moda yaptınız; hatta erdemlilikmiş bu! Gözyaşlarını silip kurutmadan ağlamaya çekilinen odadan çıkmamayı icad eden sizdiniz, "biz'lik" istemeyi ayıpladınız; isyan etmek zayıflık, yalnızlıktan şikayet etmemenin ismi "benliğini tamamlama" oldu. En büyük cesaret kırıcı siz değil misiniz ve en büyük kötülük sizden çıkmadı mı? Güneş sönüp karanlık olduğunda; açları, ölüleri, aşkları, soğuğu ve kendinizi görmediğiniz için, bunu anlayışla karşılayacaksınız. Komşunuz ,ilkokul arkadaşınız ve sokak köpekleri itilip kakıldığında,dövülüp kırıldığında; dudaklarınızı büküp "hayat devam ediyor" diyeceksiniz.İnsanlığın kayıp nesnesini çalıp yerini  unutan sizdiniz; ama açgözlü bir takdir bekliyorsunuz, avucunuzdaki bombalar patlamıyor hiç.Ve yine sakin kalmayı başarıyorsunuz!

30 Mart 2012 Cuma

Mutluluğun Istırapları


Z.Bauman, Yaşam Sanatı,s59

  Mutsuzluğun tek nedeni ,insanın odasında sessizce nasıl oturacağını bilememesidir.Orada burada koşuşturmak zihinleri dağıtmanın bir yoludur.Koşuştururken düşünceye çok az yer kalacağından , koşuşturmaya devam edin .Böylece kendinize daha yakından bakma görevinin dayanılmaz yükünden kaçınabilirsiniz; ama bacaklarınızda pistte kalacak kadar derman kaldığı sürece... Ve çoğu pist yuvarlak, eliptik şekilde olup hiçbir yere çıkmazlar, tur atarak koşmaya uygundurlar; insanların mutluluk arayışı olduğuna inandıkları oyun için seçtikleri isim koşmaktır.




Pascal,Düşünceler (Pensees),s70

    Bir takım insanlar her gün ufak bir meblağı kumarda oynayarak gamsız bir hayat sürer. Her sabah kendisine,kumar oynamaması şartıyla, o gün kazanabileceği bütün  parayı verirseniz onu mutsuz edersiniz. İstediğini kazanmak değil de oyun oynamanın keyifli olduğu ileri sürülebilir.
     Heyecan duymaya devam etmek için, kumar oynamayı bırakmak için teklif edilen armağanı reddederek, onu tekrar kumarda kazanmaktan mutlu olacağını hayal ederek kendini avutur.

18 Mart 2012 Pazar

Postmodernt Etik, Z.Bouman, s31


.......
       her role, tam olarak hangi işin nasıl, ne zaman, nasıl bir metod sınırlılığıyla yapılacağını gösteren bir not iliştirilmiştir.Notu okuyan ve işin gerektirdiği vasfı gösteren herkes işi yapabilir.Dolayısıyla ,ben (role player) çekilirsem çok fazla bir şey değişmeyecektir: benim bıraktığım boşluk hemen başka oyuncularla doldurulacaktır - biri bunu nasıl olsa yapacaktır - Bizden istenen işin ahlaki ilişkiler açısından kuşkulu ya da nahoş olduğunu anladığımızda kendimizi böyle avuturuz.Sorumluluk bize değil "rol"e aittir.Ve rol kişinin kendisi olmayıp, iş sırasında giyilen ve günlük çalışma bittiğinde çıkarılan giysilerdir.Böylece formalar, giyenleri esrarengiz bir şekilde aynı gösterir.Formalarda da ,onları giyenlerde de kişisel hiçbir şey yoktur.

    Ama insan için her zaman böyle olmaz; rol oynanırken oluşan tüm lekeler yalnızca iş giysilerinin üstünde kalmaz.Çamurun vücudumuza bulaştığı ya da iş giysilerinin üstümüze yapıştığı şeklinde tatsız bir duygu hissedilir,formaların çıkarılıp dolapta bırakılması kolay olmayacaktır.Bu acı verici bir endişedir............
            
                                 
                                               

Nefret Olmaksızın...

  

 Masada oturuyorsun. Işık sızmıyor, hava da az. Yemyeşil bir zihin. Temenniler duyuluyor... Bir at'a bağlı ayakların, sarkıtılmış bir iple de ellerinden bağlısın. Bacakların meğer gövdene bağlıymış, dirseklerin varmış ve dizlerin... Soluk alır verirmişsin, dişlerin varmış, salyaların ve kullanmadığın mimiklerin; at yürüdükçe öğreniyorsun. At çekiyor bacaklarını, çenenin altından doğru izliyorsun, dişlerin sımsıkı, dirseklerin çıtırdıyor. Bacakların kalçandan ayrılmak üzere, hissediyorsun.

    Orada seni izleyen birinin varlığına çeviriyorsun gözlerini. Utanınca yumruk oluyor ellerin, dirseklerinden ayrılmak üzere kolların. Bir övgücünün tatlı utanmazlığından içiyor, başın dönüyor ve seyrediyorsun. Git diyorsun, gitmiyor...

   Gözlerine bakıyor çok kurnaz, acına ortak olmaya yeltenmeme iddiasıyla dolu gözleri var. Şefkatine duyduğun tiksintiyi ve övgüsüne duyduğun küçümsemeyi yeniyor. Şimdi artık senin yüzünde minnettarlık sevinci var..

   At zorluyor, çekiyor. Boynundaki damarların kabarıyor. Bir övgücünün şefkati akıyor damarlarından. O yanında olarak sana iyilik yapmak istedi ya, bunlar olurken kendini çok yüce hissetti, sana karşı üstünlük kurdu...Evet. Kendine karşı da üstünlük kazandı köpek! Çünkü bu övgüyü dile getirmesi kendisi için kolay değildi!

23 Şubat 2012 Perşembe

Delik Çoraplar




   Cuma... Buzla birleştirdim içkiyi hava kararınca.Sonra ipten aldım çorapları. Ters yüz ettim. Biraz oturdum koltukta. Enerjimi toplayıp kırdım dizimi. Sağ ayağımı çektim yukarı. Yerleştirdim ilk ayağımı içine ve yere indirdim. Diğerini kaldırmaya harcayacağım enerjiyle nukleer santral işletebilirim. Biraz bekledim. Biraz daha bekledim. Başımı arkaya doğru bırakıp yuvarlandım yatağa. Tavana baktım. Sperme benzeyen şeyi izledim tavana bakıp, aşağı doğru kayışını, yukarıda sabitleyemediğim o kuyruklu şeffaf ışık şeysini... 

  Nefes alıp doğruldum. Sol dizimi kırıp yanıma aldım. Parmaklarıma geçirdim çorabı çekiştirerek. Ve patatesi gördüm! Kıvırdım deliği, içe büktüm. Gece ne yapacağımı düşündüm, olasılıkları hesap ettim kendimden sıkılana kadar... Ayakkabımı giyip çıktım.
    
    Gece aktı, içki içtim, flört ettim. "Sana gelemem erken işim var yarın" dedim kadına. "Bir çorap alıp banyoda değiştirirsin" dedi kadın."Çorabım delik mi sanıyorsun" dedim."Evet" dedi.Gittim çorap aldım tezgahtan. Banyoya girip değiştirdim.İçeri girdim."Eski çorapları apartman boşluğuna attım" dedim."Tamam" dedi.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Ben Var Ölmek

Ben var ölmek
İstemek bir boyalı tebeşir
Karalamak ölümü
Ondan sonra gidilir

Bir uzansam çatıya
Kuş uçursam ilmikten
Ağzında cam kırığı
Keser ipimi birden

Dokusam kadehimi ince bir arsenikle
Kandırır tezgahımı, dostluk kurar mekikle
Suda görsem kendimi bakarım ayna olmuş
Ne kemik tarağı var, saçımdaysa üç yüz kuş

Ben var ölmek
İstemek vişne renkli bir balta
Tırnaklarımı kesmek
Sonra atlamak ata

Ülkü Tamer

10 Şubat 2012 Cuma

Referans

   Aynanın karşısına geçip bakmayı deniyor kendisine.Herkes ve her şeyden arınarak bak demiştim ben ona: "başka gözlerce nasıl göründüğünü yadsıyarak aynaya bak."      
    
    Bir not versin , tekrar tekrar dikizlemesin kendisini diye...Benden de bağımsız olarak bir not ver.O zaman kendine kızmakta cimrilik etmezsin ve o zaman sevgide de cimrilik etmezsin.Verdiğin notu değiştirmekte cimrilik edecek olanlardan biri olamam o zaman diye, her şeyden bağımsız bir not ver kendine demiştim.

   Ama aynayı delip geçiyor gözleri."Ben" diye düşününce bir rüzgar esiyor boşlukta.Orayı doldurmak gerekiyor.O kadar zeki olmak gerekiyor, o kadar karmaşık olmak gerekiyor.Sonra bundan tiksinmemek de gerekiyor.Pırıl pırıl olunması gerektiği fikrini çürütmek gerekiyor.Bütün alışverişlerin eski paralarla yapılması gerekiyor, ses çıkarmamamın ;"tedavülden kalktı o" demeye utandığım için olmadığına emin olunması da gerekiyor.

    Herkes ve herşeyden bağımsız olarak aynanın karşısına geçip kendine bir not ver demiştim ,ama bir "ah!" çekmeyle aynayı delip geçmek ruhuna yetiyor.

9 Şubat 2012 Perşembe

Bağışlama


     Kişi karşındakinin gizemini nasıl keşfedecek, kendisi hakkındaki gizemden başını kaldıramazken daha...Söylenecek, okunucak, ortaya konucak,anlam atfedilecek,kutsal sayılacak her şey - bulutsu bir iç ferahlığı karşılığında bile- alaycılıktan fazlasını nasıl hakedebilir.Bu iç ferahlığına kavuşmak uğruna yapılabilecek en adi kurnazlıkları, ahlakla açıklanabilecek hangi adalet duygusu için feda edebilir insan.Umudunu kaybettiğini kendine itiraf edemediğinde sarılırsın bu fedakarlık duygusuna.Ancak böyle bir takas kişinin kendini telafi etmesine yarayabilir.
 
   Bir de asıl keşif, özgürlük ve tatmin denebilicek ;"sen" olmayan herkes için, bu tabiatın böyle olduğu düşüncesiyle irkilip,sonra evrimleşebilir insan ruhu...

3 Şubat 2012 Cuma

Köprü

   "Bir insanın özgünlüğü ne kadar büyükse, o insan boğuntu karşısında o kadar çaresiz kalır"
                                                                                                                                        Kierkegaard

    Hep bir pırıltı arandı yitiklik duygusuyla yaşıyor olunmaya.Oysa altı üstü bir sigara daha yakmaktan öteye gidilmişliği yok.Birisi gelip ölü yaprakları süpürücek, odayı havalandıracak, söylenecek sözleri saklandığı yerden çıkarmak için gerekli ilhamı verecek, olduğun gibi olup olmamanla ilgilenmeyecekti.Öyle olmadı...

Egosantrik Özeleştiri

  

 En büyük haksızlığı yapmak ve yine de anlaşılmaya devam edilmek istiyorsun ;sevgisini testten geçirmek için...Sonra da buna bilinçaltını keşfetmek diyip,kendinle ilgili hayallere dalıyorsun...

Erkek

   Hep kalbi "Freudyen" çarpanın kendinizden çıktığını düşündünüz,duygularını ne kadar da kontrol edilemez olarak ortaya saçıyor oluşunuzdan gizli bir haz aldınız.O sonra acıyla karıştı.Kadınlarsa bir "proje" gibiydiler..Bu bilinçle bilime bile merak saldınız, duygular üzerine düşündünüz, daha ılımlı bir karaktere ve gerçeklerle yüzleşmeye daha uygun bir ruha sahip olmayı denediniz; hep yeni bişey çıktı.Sarmal bir deneyimin içinde, çizginin diğer tarafında kendinizle karşılaşıp durdunuz.Huzura kavuşamadınız; olmadı...